Bölüm 1

Karaya vurmuş bir gemi gibiydi bedeni. Su, onu çağırıyor fakat o, gelgit bekliyordu çaresizce. Tek başınaydı. Etrafında olup bitenlerden habersiz elindeki bir şeye bakıyordu saatlerce. Dikkatli bakınca avucunun tam ortasında vesikalık bir fotoğraf olduğunu fark ettim. Garson gelince irkildi. “Ne alırsınız?” dedi. Yüzünü garsona çevirdi. Sanki kelimeler düğümlenmişti boğazında. Konuşamadı. “Su.” diye boğuk bir kelime çıktı ağzından belli belirsiz. “Bir de sade Türk kahvesi.” diye ekledi. Güldüm. Zaten kahvenin yanında su geliyordu. İşimi gücümü bıraktım, bu esrarengiz adamı yine izlemeye başladım. Yanına gitsem kızar mıydı, elindeki fotoğraf kime aitti? Aklımda deli sorular…

Garson, ikinciye masaya geldiğinde kahvesini tam önüne, kahvenin yanındaki ufak suyu fincanın soluna bıraktı. Elindeki tepside soğuk olduğu dışındaki buğudan anlaşılan su ve bir bardağı da fincanın gerisine yerleştirdi. Adam, elindeki fotoğrafı cüzdanına koydu. Şişeyi eline aldı, şişenin üstünden süzülen damlaları eliyle sildi. Bir şeyler mırıldandı ama duyamadım. Şişenin kapağını, sanki açıkmış gibi, hiç zorlanmadan parmaklarıyla açtı. Elleri çok bakımlıydı. Sanatçı mıydı, aşçı mı, bilmiyor; hayranlıkla adamı izliyordum. Şimdiye kadar yanına kimse gelmemişti. Bugün acaba yanına biri gelecek miydi?

Suyu, bardağa bir döküşü vardı ki gerçekten gözlerime inanamadım. Suyun dans ettiğini gördüm bardakta. Gülümsedi. Dudaklarını -yıllardır çölde kalmış, bir damla suya hasret gibi- bardağa uzattı. Tek nefeste suyu içti. Aklıma bir şeyler geldi o anda ama adamı izlemekten de kendimi alıkoyamıyordum. “Kahve geldiğinde önce su içilirse tok muyduk, aç mı?” sorusu beynimi kemiriyordu.

Pencerenin kenarına konan güvercine baktı, umarsız. Kuş da ona gözlerini dikmişti. Anlaştılar mı ne oldu? Tuhaf bir etkileşim oldu sanki orada. Kuş pervaza yatıverdi, gözlerini adamdan ayırmadan. Gömleğinin cebinden sigara paketini çıkardı. Bir dal çıkardı paketten. Gömleğinin cebini tekrar yokladı. O yoklarken ben de yokluyordum cebimi. Çakmak vardı ama nerede? Konuşma için fırsat kolluyordum. Pantolonunun ceplerini yokladı. Elini cebinden çıkardı, benden önce bulmuştu çakmağını. Üzüldüm. Fırsat kaçtı, dedim kendi kendime. Çakmağını açtı; çakmağın çınlaması, keşmekeşlik gibi dünyayı gürültüye boğan bu ses yığını içinde kaybolmamıştı. Diğer masadakiler muhabbetlerini kesip -bir an bile olsa- sesin geldiği yöne çevirdiler başlarını. Adam, hiçbir şey olmamış gibi yaktığı çakmağın alevini sigarasının ucuna yaklaştırdı. Öyle bir nefes çekti ki ilk yakışta yarısına kadar yanmıştı sigarası. Bir duman saldı ki dünyaya; içindeki keder üzerimize duman duman yağmış gibiydi. Adamın her hareketi bir sanat eseri gibi izleyicilerini –sadece beni- büyülüyordu.

Profilden bakıyordum adama; kaz ayakları belirgin, şakakları beyazdı. Sakalları, saçlarına nispeten daha siyahtı. Bugün de yüzünü görmek istedim. Masada yer değiştirdim. Yüz yüze gelmek de korkuttu. Ona baktığımı ya görürse. Ürperdim. Cesaretimi toplayıp yüzüne baktım. Gözlerinin elâlığı daha belirgin olmuştu. Kaşları, kırışık alnında kavis çiziyordu yine. Bıyıkları uzamış, dudak hatları görünmüyordu. Yaşını bir türlü kestiremiyorum ama taş çatlasın kırk vardı. Belki daha genç. Onu izlemek yine hoşuma gitmişti. Elini fincana götürdü, duraksadı. Diğer elindeki sigarasından bir nefes daha çekti. Kahvesini yudumlarken gözünden bir damla gözyaşı yere düştü. Sarsıldı yeryüzü, rüzgâr saçlarımızı havalandırdı, yıldırımlar düştü bir yerlere, volkanlar patladı eminim bundan. Ne acısı vardı bu adamın? Benden başkası da görüyor muydu aynı şeyleri, hissedebiliyor muydu? Yoksa bu kafeye her gelişimde, bu adamı aynı masada arayan ve izleyen biri olarak deliriyor muydum?

Sandalyesinin yanına eğildi. Çantası yanındaymış yeni fark ettim. Bir kalem ve defter çıkarıp masanın üstüne koydu. Tek duam şu oldu: “Kalemi bugün yazamasın!”. Hemen çantamdan kalemimi masanın üstüne koydum. Belki yazmaz; garsondan kalem isteyecekken beni görür; ben veririm kalemi. Önce defterini açtı, dikkatlice. Birkaç sayfa çevirdi. Sanırsam; boş bir sayfa buldu. Kaleminin kapağını açtı. Ben gibi o güvercin de adamı saniye saniye izliyordu. Benden şanslıydı kuş, yakından bakıyordu adama. Sigarasını sol eline aldı, kalemini sağ eline. Kafasını kaldırdı. Camdan dışarıdaki karmaşaya baktı. Bir iç çekti. Derin bir nefes aldı. Ciğerleri gökyüzüyle doldu. Kalemini kâğıtla buluşturdu. Duam tutmamıştı. Kalem yine yazıyordu. Acaba ne yazıyordu? Fakat öyle yazıyordu ki kalem, kâğıda âşıkmış da onu incitememek için hafif hafif değdiriyordu üzerine. Kâğıt da kendinden geçmişçesine bir kadın gibi nazlı nazlı davranıyordu kaleme ve sahibine. Arada, açık pencereden esen rüzgâr kâğıdı havaya kaldırıyordu. Diğer eliyle onu,kaleminin ve elinin pozisyonuna göre düzeltiyordu, adam. Birden durdu. Yüzü değişti. Öfke gibi bir duygu hâsıl oldu yüzünde. Doğruldu. Kalemi defterinin üzerine bıraktı. Kahvesini yudumladı. Kuşa baktı; kuş da ona. Bir tebessüm, belli belirsiz, o asık yüzünde yerini aldı. Dirseğini masaya dayadı. Kalemi sağ eline aldı, sol eline başını. Yazmaya devam etti. Gözümü ayıramadım adamdan. Ayakkabıları yeni duruyordu. Pantolonu ve gömleği ütülüydü. Telefonunu göremedim. Acaba bu devirde telefon da mı kullanmıyordu? Kimsesi yok muydu?

Birdenbire durdu. Sandalyeye sırtını yasladı. Gülümsedi hayata. Kaleminin kapağını kapattı, noktayı koymuş gibiydi. Defterinden yazdığı yeri kopardı ama defterine cansız bir varlık gibi davranmıyordu. Canı yanıyormuş da onu incitmemek için usulca koparıyotdu. O sayfayı rulo yaptı. Sigara paketinden folyoyu çıkardı, kalan sigaralarını masaya koyduktan sonra. Folyonun en uzun yerinden ince bir şerit yırttı. Rulo yaptığı sayfanın tam ortasına bir kuşak yaptı ve güzelce bağladı. Meraktan ölüyordum. Masaya mı bırakacaktı? Ben almalıydım, bırakırsa. İçtiği suyun şişesinin içinde kalanları yere doğru sallayıp birkaç hamleyle boşalttı. Çakmağıyla şişeyi yan tutarak içini de kuruttu. Bunları bir sanatçı edâsıyla yapıyordu. İyice meraklandım. Onu izlemesi muhteşemdi. Ruloyu şişenin içine bıraktı. Kapağını sımsıkı kapattı. Deli olacaktım. Bu devirde ne bu şimdi? “Dalga mı geçiyorsun, be adam!” diyesim geldi yüzüne bakarak. 

Onu fark ettiğim andan bu yana ilk defa başını kafeye doğru çevirdi. Göz göze gelsek benim onu izlediğimi anlar mıydı acaba? Anlarsa anlasın! Garsona el ederken gözlerimiz birbirine değdi. İçim yandı, kavruldu, bir o kadar da sevgiyi hissettim içimde. Sevgi dolu bakıyordu ki aşk bu gözlerde yaşanırdı. Hesabı istedi, toparlandı. Ayağa kalktı. Ben de o sıra hesabı istedim. Kalktım yerimden. O önden çıktı, ben on adım gerisinden çıktım kafeden. İlerledi, ilerledikçe zaman durdu sanki. O kadar kişinin arasından bir kuğu gibi ikimiz de süzülüp gidiyorduk kimseye çarpmadan. Sirkeci’ye geldik ama nasıl geldik; hiç bilmiyorum. Yüzünü Galata’ya döndü, bir selam çaktı kadim âşığa. Şişeyi denize iki-üç metre ileri fırlattı. Ağlamaya başladı. O an uzun sürseydi dünyayı fırtına saracaktı. Elleriyle gözyaşlarını sildi. Derin bir nefes alarak omuzlarını silkti. Arkasını döndü denize, Beyazıt’a doğru ara sokaklardan yürümeye başladı. Yürüdükçe dünya küçülüyor; o, devleşiyordu gözlerimde. Gözden kaybolana kadar arkasından bakakaldım. 

Neden sonra aklıma geldi. Şişedeki ruloda ne yazıyordu; öğrenmem lâzımdı. Her denk gelişimde yazdıklarından farklı mıydı, neden ağlamıştı? Denize baktım. Şanslıydım. Dalgalar, şişeyi daha da yaklaştırmıştı kıyıya. İndim kayaların üstüne, sabırla bekledim yaklaşmasını. Her dalga şişeyi kıyıya bir an önce ulaştırma telaşına kapılmıştı. Gözümü şişeden bir saniye ayırmıyordum. Ayaklarımın dibine kadar geldi. Aldım. Öyle ağır geldi ki şişe. Bütün dünyanın ağırlığını hissettim avuçlarımda. Gülhane’ye geçtim. Bir banka oturup şişenin kapağını açtım. Ruloyu avuçlarıma düşürdüm. Dikkatli bir şekilde, buruşturmadan kuşağı çözüp kenara koydum. Ruloyu açtım. Dokuz dizeden oluşan bir şiirdi bu:  

Omuzlarımda dünyanın yükü

Yazmadan duramıyorum

Çevirip gittiğinden beri yüzünü.

Sadece yazıyorum.

Elbet, bilirsin çektiğim gam yükünü.

Artık suya yazılan bir şiirim

Bir başkası seviyor o güzel yüzünü.

Kahve ve sigarayla yaşıyorum

Ne olur üzülme duyunca ölümümü.

Yıkılmıştım…

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.