ESTETİĞİN 9 YASASI
  1. Gruplandırma Yasası
    Gruplandırma geniş bağlamda kamuflajı alt etmek ve karmaşık görüntülerde nesneleri tespit etmek için evrimleşmiştir. Ağaçlarda yaşadığımız zamanlarda dalların arasına saklanmış bir yılanın görüntü parçalarını birleştirince “Kaç!” hissine bu neden olur.

Lekeleri gruplandırmaya yarayan bu görüşte saklı yetenek, ölümle yaşam arasındaki tüm farkı yaratmış olabilir. Buna rağmen bir satış elemanı kırmızı eteğe uyacak bir kırmızı eşarp önerirken; beyin, organizasyonun temelinde yatan derin bir ilkeden ve beynin, yaprakların ardındaki yırtıcıları tespit etmek için evrimleş olduğu olgusundan habersizdir.
Şimdi gruplandırmanın beyinde nasıl gerçekleştiğine bakalım.
Her bir parça, görme korteksinin geniş bir biçimde dağılmış kısımlarındaki veya beynin renk alanlarındaki ayrı bir hücreyi veya hücre demetini uyarır. Her bir hücre, darbe (spike) dizileri denilen bir sinirsel uyarım sağanağı aracılığıyla özelliğin varlığının sinyalini verir.

Bu net darbeler gelişigüzeldir; aynı özelliği ayrı hücreye gösterilse de yine aynı şiddetle tepki gösterir. Ancak ilkiyle özdeş olmayan yeni, rastgele bir tepki dizisi mevcuttur.
Darbe dizilerinin uyumlu bir ürün doğacak şekilde şifrelenmesine olanak sağladığını ve bunun beynin duygusal çekirdeğine iletilerek içteki “İşte bu!” heyecanına yol açar.
Gruplandırma yaparken ressam veya tasarımcının kullandığı şey de bu, “İşte bu!” sinyalidir.

2) Zirve Kayması Yasası
Ramachandran bu yasayı açıklarken, Sanskritçe bir kelime olan Rasa’yı örnek vermiştir. Rasa, bir şeyin özünü kavramak olarak tercüme edilebilir.

R

Bu yasayı basit bir deneyle açıklayabiliriz: Bir fareye, kare ve dikdörtgeni ayırt ettirilmek istenir. Dikdörtgene her yaklaştığında bir parça peynir verilir. Fare bir süre sonra dikdörtgen eşittir yemek denklemini çözer. İşin garip olan kısmı ise fareye ilk gösterilen dikdörtgenden daha uzun ve ince bir dikdörtgen gösterildiğinde, onu orijinaline tercih eder.
Fare, dikdörtgen yerine bir kuralı, dikdörtgenselliği öğrenir ve daha uzun dikdörtgeni seçerek daha çok yemek alacağını düşünür.
İşte Ramachandran bunu tam olarak karikatürlerde de göreceğimizi söylüyor. Bir olayını özünü en iyi yansıtan görsel, o olayın Rasa’sından alınmıştır. Ayrıca karikatürler yüz tanıma hücrelerini hiperaktifleştirir.
Peki beyin bunu nasıl başarıyor?
Bu muhtemelen Superior Temporal Sulkus’taki ayna nöronlarının postürün kasti bir biçimde abartılmasıyla aktif – hatta hiperaktif- hale gelmeleri sayesinde oluyor. Bir kişinin değişen postürleri ve vücut hareketlerini ya da değişen yüz ifadelerini incelerken bu hücreler oldukça güçlü bir şekilde karşılık verir.
Super Temporal Sulkus’un (STS) biyolojik hareketleri tespit etmekte özelleşmiş bir devresi olduğunu biliniyor. Kısaca, STS hücreleri, zirve kayması yaşamış imgelere çok daha güçlü tepki veriyor olabilir.
Bu yasayla ilgili Fare-dikdörtgen deneyine benzer bir deney daha vardır: Nobel ödüllü biyolog Nicolaas Tinbergen’in 1950’lerde martılar üzerindeki çalışmaları.
Ringa martıların uzun sarı gagalarında kırmızı bir benek vardır. Yavru martı, annesinin kırmızı beneğini gagalayarak yemek ister. Tinbergen, ölmüş bir martı gagasını yavruya gösterdiğinde de, yavrunun yemek istediğini görür.

Yavru için ‘kırmızı benekli şey eşittir anne’ demektir. Tinbergen bir kartona kırmızı benek çizip gösterdiğinde sonuç değişmez. Bu durum yavrunun beyninin görme sistemi mükemmel olmadığı için meydana gelir.
Deneyin en garip kısmı ise, Tinbergen’in yavruya 3 kırmızı çizgi olan uzun ve kalın bir sopa tuttuğunda gerçekleşir. Yavru bu sopayı gördüğünde çıldırır. Yavru gerçek bir gagayı gagaladığından çok daha büyük bir şiddetle sopayı gagalar. Orijinalıyle neredeyse hiçbir benzerlik taşımasa da yavru bu tuhaf modeli tercih etmiştir. Yavru bir nevi “süpergaga”ya rastlamış gibi davranır. Yavru martının nöronları, “ne kadar kırmızı çizgi varsa o kadar iyidir” gibi bir kuralı var gibi davranır.
Ramachandran bu tür uyarana, “Ultranormal” adını vermiştir ve bu yasayı biraz daha ileri taşıyarak sanata olan algıya bağlamıştır.

“Sanat uzmanları soyut bir sanat eserine bakarken veya onu satın alırken tam da bunu yaptığını; tıpkı bir martı yavrusu gibi davrandıklarını düşünüyorum,” der.
Algının yapısal kurallarının biçimsel temellerinden faydalanarak, zihnimizdeki belirli görme nöronlarını gerçekçi görünen imgelere oranla çok daha güçlü bir şekilde canlandıracak ultranormal uyaranlar yaratmışlardır. İnsan beynindeki yaklaşık 30 bölge içerisinden çok azı öncelikle renklere adanmıştır. Fakat renge ayrılmış olan bölgede, soyut renk düzleminde yan yana olan dalga boyları görülebilir yüzlerde birbirine yakın olmasalar da beyinde komşu noktalara haritalanmıştır.
Peki o zaman neden herkes Picasso’yu beğenmiyor?
Her birimizin görme alanlarında ilkelliklere karşılık vermek üzere ayarlanmış olan belli formda ilkelliklerden oluşmuş hiperaktif hücreler olduğu düşünülürse, hepimizin Picasso resimlerine coşkulu tepkiler verecek basit nöral devrelere sahip olduğu da düşünülebilir. Fakat muhtemelen bir çoğumuzda başka daha yüksek bilişsel sistemler devreye girer ve aslında “Bu tabloda bir yanlışlık var; tuhaf bir biçimde eğrilmiş bir şeye benziyor,” diyerek yüze dair nöronlardan gelen verilere sansür uygular veya onları reddeder.

3) Kontrast / Zıtlık
Bilimsel tabiriyle kontrast; parlaklık, renk veya mekansal olarak bitişik iki homojen bölge arasında bulunan başka bir özellikteki nispeten ani değişimdir. Yani iki bölge arasındaki fark ne kadar büyükse, kontrast ta o kadar artar. Parlaklık kontrastı, renk kontrastı, doku kontrastı ve hatta derinlik kontrastından bahsetmek mümkündür.

Örneğin; sarı arka plan üzerindeki mavi bir leke, turuncu arka plan üzerinde sarı bir lekeden daha çok dikkat çeker.
Bunun evrimsel işlevi, nesnelerin kenarlarını betimlemek ve onlara dikkat çekmektir. Doğada birçok meyve yeşil üzerine kırmızıdır ve bu ağaçlarda yaşadığımız dönemlerden kalma bir ayırt etme yeteneğidir.

Bu yasa gruplandırma ile ters görünse de ikisi farklı işlevlere sahiptir. Gruplandırma daha geniş mesafeler arasındaki kıyaslamalarda gerçekleşir.

4) İzolasyon / Yalıtım
Tek bir kaynağa dair bilgiyi vurgulamak, diğer kaynakların önemini azaltır veya onları siler. Buna yalıtım yasası denir.
Beyinde 100 milyar nöron bulunsa da herhangi bir anda bunlardan yalnızca ufak bir kısmı hareketlidir. Beyinde çakışan nöral etkinleşme modelleri ve nöral ağlar sürekli sınırlı miktarda olan dikkat kaynakları için mücadele eder.
Tam renkli bir resme bakarken dikkat, görüntü içerisindeki desen karmaşası ve diğer detaylar tarafından dağıtılır. Fakat aynı nesnenin çiziminin tüm dikkat kaynaklarının asıl olayın olduğu ana hatlara dağılmasını sağlar.
Bir ressam renk aralıklarında zirve kaymaları ve ultranormal uyaranlar kullanarak renk rasasını uyandırmak istiyorsa ana hatları fazla abartmamalıdır.
Sanatsal oran sezgilerde dahi olmak üzere birçok mekansal beceriyle ilişkili olan sağ parietal lobunda bir parça kortikal doku vardır. Sağ parietal lob felç veya tümör sonucu hasar görürse, genellikle hasta en basit çizimi dahi yapamaz. Fakat hastanın sol parietal lobu hasar gördüğünde çizimlerinin geliştiği fark edilir.

5) Örtüklük veya Algı Problemi
Kimi zaman bir şeyi daha az görünür kılarak daha çekici hale getirebileceğimiz olgusuna, örtüklük ilkesi denir.
Yüzün yarısını gizleyen dağınık buklelerde büyüleyici olabilir. Peki ama neden böyle?
Basit bir görsel manzaraya baktığımızda beyin hemen anlam arayışında; çözümleri ve varsayımları sınar, şablonları arar, mevcut bilgileri anılar ve beklentilerle kıyaslar.

Bu yüzden algılamakla halüsinasyon görmek arasındaki çizgi sanılan kadar net değildir. Bir bakıma dünyaya baktığımız her an halüsinasyon görürüz. Hem halüsinasyonlar hem de gerçek algılar aynı işlem dizisinden doğar. Önemli olacak ayrım çevreyi algıladığımız sırada dış nesnelerin ve olayların durağanlığının onları sabitlememize yardımcı olmasıdır. Halüsinasyon gördüğümüzde, tıpkı hayal gördüğümüz veya duyusal mahremiyet haznesinde süzüldüğümüz zaman olduğu gibi nesneler ve olaylar her yöne sapar gider.
Buna bir örnek olarak Ce-ee oyununun kökenleri verilebilir.

Her şeyden önce hala ağaç tepelerinde ikamet ettiğimiz erken primat evrimimiz sırasında pek çok çocuk genelde geçici bir süreliğine bütünüyle ağaç yapraklarıyla örtünmüştür. Anne ve çocuğu uygun bir mesafeden, çocuğun güvende olduğundan emin olmak için birbirlerine belirli aralıklarla kısa bakışlar fırlatırken; evrim ce-ee’nin hem anne hem de çocuk için görsel olarak güçlendirici ve kendi adına uygun olduğunu görür. Kısaca ce-ee oyununa bilişsel bir gıdıklama olarak bakabiliriz.

6) Tesadüflere Duyulan Tiksinti
Beyin benzersiz görüş noktalarından haz etmez ve tesadüflerden kaçmak için sürekli akla yatkın gene bir alternatif yorum peşine düşer.
Tesadüfe bir yorum getirmeye çabalayan beyin bunun mümkün olmadığını anladığında sinirlenir.
Beyin genelleyici olanları tercih eder.
“-Bunun tesadüfi olma olasılığı nedir?
-Oldukça az.
-O zaman bunun altında bir şeyler var!”

7) İntizam
İntizam, düzen ve öngörülebilirliktir. Düzene karşı duyulan ihtiyaç, görme sisteminin sürecinde tasarruf için sahip olduğundan çok daha derin bir ihtiyaç yansıtabilir.
Öyleyse neden eğik bir çerçeve gibi kimi sapmalar çirkinken, Marliyn Monroe’nun tam burnunun veya çenesinin ortasında değil de, ağzının kenarında bulunan beni çekicidir?

Ramachandran bunu, “Beyin, sıkıcılaşan aşırı düzenlilikle tam bir kaos arasında denge kurmaya çalışıyor,” şeklinde tanımlıyor.

8) Simetri
Simetrinin cazibesi iki evrimsel kuvvetle açıklanabilir:
1-Görmenin temek olarak; tutmak, kaçınmak, çiftleşmek, yemek veya yakalamak üzere nesneleri bulmak için gelişmiş olgusuna dayanır.
Beynin sınırlı bir dikkat kapasitesi olduğu göz önünde bulundurulursa, dikkatin en çok ihtiyaç duyulan noktaya yoğunlaştığından hangi kural emin olabiliyor? Beyin kurallar arasında nasıl bir öncelik hiyerarşisi oluşturuyor?
Doğada “önemli” demek; av, yırtıcı, aynı ürün üyesi, eş gibi biyolojik nesneler anlamına gelir ve tüm bunların tek bir ortak noktası vardır: Simetri. Bir simetri skalasından yoksun olan şeyler, bir problemin habercisidir. Avın hastalığını, yırtıcının dengesizliğini, üyelerin ve eşlerin ne kadar katkı sağlayacağını simetri kullanarak anlayabiliriz.
Yeni doğan bebekler asimetrik lekeler yerine simetrik lekelere daha çok bakar.
2-Bir profesör, değişen simetrik ölçülere sahip yüzleri karışık bir biçimde deneklere sunmuş ve en simetrik yüzleri genelde en çekici olduklarını görmüştür.

Ama neden?
Şaşırtıcı cevabı parazitlerde alıyoruz. Parazit istilası potansiyel eşin doğurganlık ve verimliliğini büyük ölçüde düşürebilir. Bu yüzden evrim, seçilen eşin enfekte olup olmadığını anlayabilme özelliğine oldukça yüksek bir değer biçer.
Simetri sağlığın, yani aslında arzulanırlığın bir göstergesi, işareti veya bayrağıdır.
Simetri yasası geniş açılı manzaralarda değil yalnızca nesnelerde geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Bir yırtıcı, av, arkadaş veya eş her daim yalıtılmış bağımsız nesneler olduğundan dolayı bu durum mükemmel bir evrimsel mantığa bağlıdır.

Simetri yasasına bağlanabilecek bir de görmenin “Ne” ve “Nasıl” kanallarına bakalım.
Simetrik nesneler ve asimetrik manzaralara dair tercih, beynin görsel işlem akımının “Ne” ve “Nasıl” kanallarına yansıtılır.
“Ne” kanalı temporal loba,
“Nasıl” kanalı parietal loba uzanır.
Simetri yöneliminin ihtiyaç duyulduğu yer olan “Ne” kanalından kaynaklanması bu yüzden şaşırtıcı değildir. Simetrik algı ve hazzı beyindeki nesneyi merkeze alan algoritmalara dayanır, manzara odaklı olanlara değil.
Nesnelerin bir odaya simetrik bir biçimde yerleştirilesi tepeden tırnağa saçmalıktır, çünkü daha önce de belirtildiği gibi; beyin açıklayamayacağı tesadüflerden hoşlanmaz.

9) Eğretileme / Metafor
Görsel eğretilemenin henüz hayal gücü daha zayıf olan sol yarımküre tarafından nedenleri sıralanmışken, sağ yarımküre tarafından muhtemelen çoktan anlaşılmış olması oldukça ilgi çekicidir. Sol tarafın katı kurallarında sürekli açık arayan sağ taraf, bu hayal gücünü fazlasıyla hak eder.
Çizgi romanlarda korku, endişe veya titreme gibi kelimeler sıklıkla sanki harflerin kendisi titriyormuş gibi sarsık çizgilerle yazılır. Bu nasıl bu kadar etkili oluyor? Sarsık çizgiler korku kavramıyla bir yakınlaşma yaratır ve yazının titremesi mekansal bir yankısı olduğunu gösterir.
Örnek olarak, bir fareye sadece “tüylü düşman” olarak görünen kedi; bir insana, “memeli, yırtıcı, miyavlayan, kuyruğu olan…” bir canlı olarak görünür.

Meta-temsiller; değerlerimiz, inançlarımız ve önceliklerimiz içinde gereken ön-şartlardır.

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.