Hukukun Sönümlenebilirliğine Dair
“Yasa, suçu yaratarak hukuku yaratmıştır.” -Jeremy Bentham
Doğduğumuz andan itibaren bir ailenin, toplumun, yerleşik bir ahlaki yapının ve bütünsel olarak baktığımızda süregelmiş ve devam etmekte olan bir sistemin içindeyiz. Ve elbette her bireyden beklendiği gibi doğumumuzdan itibaren bu sisteme entegre olduk. Bununla birlikte bütünleştiğimiz bir sistemin başat unsurlarını sorgulamak olağan bir süreç olup birtakım zorlukları barındırır. Bu yazının temel konusunu da belki de yokluğunda kaotik olmayan bir dünyanın düşünülemediği “hukuk” oluşturuyor.
Hukuksuz bir dünya mümkün mü? Bir hukukçu olarak belki de bu soruya en önce benim imkansız demem gerekir. Ancak yazımın amacı okuyan herkese hukuksuz bir toplumun da olabileceği ihtimalini düşündürtmek. Böyle bir soru ilk sorulduğunda hukukun olmadığı bir yapının düzenli işleyeceğini imkânsız bulmak gayet doğal. Ancak üzerine biraz daha detaylı düşünmeye başladığımızda işlerin bir tık daha değiştiğini fark edeceğiz. Bunun için de sistematik bir şekilde ilerleyelim. Öncelikle hukukun kısa bir tanımını yaptıktan sonra hukukun ortaya çıkışını ve hukukun neyi, nasıl koruduğunu konuşacağız.
Hukuk, adalete yönelmiş normlar bütünüdür. Hukukun en kısa tanımı olarak bunu kabul edebiliriz. Hukukun ortaya çıkışında ise en temel ayrım, devletin mi hukuku oluşturduğu yoksa hukukun mu devleti oluşturduğu sorusu üzerinden ilerler. Bunun dışında ise hukukun doğuşunu akılda, iradede, duyguda, sosyal olgularda veya dinsel ögelerde aramak da mümkündür. Fazla detaya inmeden hukukun kökenine ilişkin birkaç görüşü söylemek gerekirse Duguit, Durkheim gibi düşünürlerin savunucusu olduğu görüşe göre hukukun kökeni sosyal olgudur. Bu görüşe göre hukuk, sosyal ilişkilerden doğar ve nerede toplum varsa orada hukuk vardır. Toplumda dayanışmanın kurulması, devamı için birtakım kurallar gereklidir. John Austin gibi düşünürlerin taraftarı olduğu bir diğer görüşe göre hukukun kökeni normdur. Hukuk, devletin yarattığı ve müeyyidelere bağlanmış normlardır. Doğal hukukçulara göre ise hukuk, akıl yoluyla bulunan ve insanlığın ortak değerlerini belirten normlar bütünüdür. Marksizme göreyse de hukuk bir üst yapı kurumudur ve üst yapı kurumları dayandıkları ekonomik temeli yansıtırlar.
Bu görüşlerin hepsine katılmak mümkündür.
Yazının devamında en yaygın kabul gören görüşü yani devletin hukuku oluşturduğu kabulünü ele alarak ilerleyeceğiz. Günümüzden baktığımızda da bugün hukuk ve ideoloji ayrılmaz bir parça haline gelmiştir. İdeoloji, bizim onayladığımız veya karşı çıktığımız bir sistem koşullarında varlık kazanabilirken bu sistemin de elindeki en büyük güç aracı hukuk olacaktır. Hukuk, sistemin ve bununla birlikte sistemin ideolojisinin yaptırım aracıdır. Bu görüşe karşı çıkılabilir, onaylanabilir fakat bunu inkâr etmek gerçekliğe aykırı düşecektir. İdeoloji, en başta Anayasa ile birtakım düzenlemeler getirir. Karşı çıkamayacağınız, uymak zorunda olduğunuz en temel düzenlemeleri düzenler. Baktığımızda da tarihsel süreç içerisinde değişen her ideoloji önce kendi Anayasasını yapmıştır. Bu da bizlerin normlar hiyerarşisinin en tepesinde olduğunu söylediğimiz Anayasanın aslında ideolojiden bağımsız olamadığını ve hiyerarşinin basamaklarında alta doğru indikçe diğer normların Anayasaya ve tabii sistemin ideolojisine aykırı olamayacağını söyler. Nasıl ki hukuk hayatımızın her alanına kılcal damarlar misali yayıldıysa ideoloji de fark etsek de etmesek de hayatımıza yayılır. Bu nedenlerle hukuk dediğimizde aklımıza ilk gelen şey olan Anayasa’yı sönümlendirmemiz demek aslında devleti sönümlendirmekle aynı kapıya çıkmakta. Bu belki de hukukun sönümlenmesi düşüncesinde en radikal etkiye sahip olanı. Elbette ki birdenbire artık hukuk yok demek pek de mantıklı olmayacaktır. Köklü bir yapıyı sönümlendirmeye köklü değişiklikler yaparak başlamak gerekir. Hukukun düzenlediği Borçlar Hukuku, İş Hukuku, Medeni Hukuk vb. alanlara baktığımızda sosyal hayatın ekonomik temelli sorunlarını düzenlediğini görürüz. Bunun yanında Ceza Hukuku, Aile Hukuku gibi alanlar ise her ne kadar başta ekonomik temelli gözükmese de hukuku ilgilendiren alanının da ekonomik temelli sorunlardan kaynaklı olduğunu söylemek mümkündür. Saydığım birtakım dallarda örnekler vermemiz gerekirse Borçlar Hukuku başlı başına ekonomik ilişkilerden doğan sorunları düzenleme içerisindedir. Var olan ekonomik sistem ne kadar kriz yaratırsa hukuk da bu krizleri aşmak veya kontrol altına almak adına düzenlemeler getirecektir. Aynı şekilde İş Hukukundan doğan en temel sorunlar sınıfsal ve ekonomik krizlerin bir çıktısıdır. En alakasız gözüken Aile Hukuku alanında bile bakıldığında hukukun getirdiği düzenlemeler mal rejimi, nişanlılığın sona ermesi veya boşanma sonrası mal tasfiyesi, evlilik birliği içerisinde ekonomik düzenlemeler ile alakalıdır ve bu konularda oluşması muhtemel problemleri düzenler. Keza Ceza Hukuku normatif olarak suç ve suçlara öngörülen yaptırımları düzenlerken yapılan kriminolojik çalışmalar bizlere psikolojik bozukluk gibi durumlar haricinde suç işleme nedenlerinin en fazla ekonomik sebeplere dayandığını gösteriyor. Elbette ki hukuku harekete geçirme ihtiyacımız saf ekonomik sebeplere dayanmak zorunda değildir fakat hem bu nedenlerin yüzde olarak çoğunlukta olması hem de toplumsal yapıyı belirlemede sistemin benimsediği ekonomik düzenin diğer yapıları zincirleme olarak etkilemesi en büyük etken olarak karşımıza çıkacaktır. Yani eğer ki hukukun sönümlenebilirliğinin mümkün olduğunu söyleyeceksek böyle bir durumda en başta yapılması gereken köklü değişiklik ekonomik sistemin yapılandırılması veya topyekün değişikliği olmalıdır. Bozuk ekonomik ilişkilerin çözülmesiyle birlikte hukuku harekete geçirmeye dayalı sebeplerin de yavaşça ortadan kalktığını gözlemlemek mümkün olacaktır. Çeşitli örneklerle somutlarsak krizler yaratmayan bir ekonomik düzende Borçlar Hukukunu ilgilendiren karşılıklı sözleşme ilişkilerinin hukuka ihtiyaç kalmadan çözümlenebilmesi hatta herhangi bir problemle karşı karşıya kalınmaması bile mümkündür. Aynı şekilde içinde olduğumuz sistemde aile kurumuna hukuk ekonomik gözle yaklaşırken ve evlilik birliğinin temelini konu edinen düzenlemeleri maddi koşullara dayandırırken bu tür ilişkileri tamamen sevgi temelli kabul eden bir sistemde Aile Hukukuna ihtiyaç duyulmayacaktır. Belki de en tartışmalı konu olabilecek alan olan Ceza Hukukuna örnekler verirsek de hırsızlık, yağma, mala zarar verme gibi suçların ekonomik sistemin değişmesiyle azalacağı hatta tamamen yok olacağı daha mümkün gözükmekte. Refah seviyesi ve maddi durumu iyi olan bir insan eğer ki psikolojik olarak hasta değilse elbette ki bu tür suçları işlemeyecektir. Adam öldürme, yaralama gibi suçlarda ise yine maddi sorunlara ilişkin olanlar kendiliğinden azalacakken yapılacak sistem değişikliği ile ahlaki olarak da hedeflenen iyiye yaklaştıkça bu tür suçlarda ahlak temelli olanlar da zamanla azalıp sıfır noktasına inecektir. Bahsedilen sistem değişikliği önce ekonomik olmakla birlikte beraberinde ahlak ve eğitim alanlarına da dokundukça hukukun da kendiliğinden sönümleneceğini söylemek uzak, zorlu fakat imkânsız olmayan bir süreç olacaktır.