SERENGETİ YAZILARI PART 2
  • O zamanlarda ‘’substrat-enzim ve geri bildirim ilişkisinin’’ ortaya çıkması bilim camiasında nasıl bir yankı uyandırmıştı?

Çağatay Tarhan: Bu geri bildirim ve regülasyon bulgusu (operon paradigması) proteinleri şifreleyen yapısal genlerin yanında düzenleyici genler ya da proteinler olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla en basitinden gen tanımı değişiyor mesela. Genin yalnızca protein şifreleyen bir birim değil aynı zamanda bu şifreyi düzenleyen ve metabolik sinyalleri algılayabilen bir birim olduğu da ortaya çıkıyor. Bu sonuncuya daha sonra promotor dizi adı veriliyor zaten. Kendisi genetik bilgiyi yorumlayan şeyin bu genetik bilginin kendi ürünü olduğunu söyleyerek bu düzenlenme sürecini ifade ediyor. Böylelikle Monod ve Jacob’un çalışmaları aslında Moleküler Biyoloji alanının doğuşunu müjdeler. Buradan hareketle fenotipin genlerin basit bir izdüşümü değil aslında bir genetik ağ programının ürünü olduğu ortaya çıkıyor. Bu da daha da öteye geçerek başka bir alanı etkiler ve örneğin evrimsel süreçte seçilim birimi olarak kabul edilen gen kavramı yerine bu algıya bir genişleme getirerek seçilen şeyin çevreyle ilişkili olarak regüle edilen bir genetik ağ ya da program olduğunu ima eder. Bu bulgu ve çıkarımların, sonraki genetikçileri, moleküler biyologları ve evrim bilimcileri nasıl derinden etkilediğini ve adeta bir paradigma değişikliğine yol açtığını söylemeye gerek bile yok.

  • Bölüm 4: Yağ, Geri Bildirim ve Mucize Mantar adlı yazıda Ancel Keys ve Bryan Matthews’ın askeri üstte gıda araştırmaları üzerinde çalışmalarıyla başlayıp, Amerika’da kalp krizinin artması ve bunun neye bağlı olduğu gibi sorularıyla yüzyüze kalıyoruz.Daha sonra bu konuda çalışma yapmış ve bulgularıyla Nobel Ödülü kazanmış Joe Goldstein ve Mike Brown’a geçiyor. İkilinin çalışmaları ve uğraşları gerçekten çok farklı ve etkileyici . Daha sonradan çalışmalara katılan ve yararlanılan Dr. Akiro Endo’nun mantar bilgisi ve ilaç üzerinde yapılan deneyler söz konusu oluyor.Benim en şaşırdığım nokta ve zaten konunun en can alıcı noktası olduğunu düşündüğüm yer Akiro Endo’nun Nobel Ödülü almamış olması. Siz bu duruma nasıl bakıyorsunuz?

Çağatay Tarhan: Endo işin vurucu diyebileceğimiz değil de biraz daha arka planında kaldığı için pek bahsedilmiyor. Yine de Goldstein ve Brown onun katkısını anlatarak hakkını teslim ediyorlar. Bilim tarihinin böyle pek çok durumla dolu olduğuna kuşku yok. Hatta mesela bununla ilgili olarak Clifford  Conner Halkın Bilim Tarihi kitabında daha da ileri giderek bilim tarihi boyunca bilimsel buluşların arkasında nice isimsiz zanaatkarların, ustaların, meslek erbaplarının, işçilerin olduğunu anlatır. Keskin rekabetin, öne çıkmanın, ilk olmanın bu kadar parlatıldığı bir dünyada bu tür durumların olması kaçınılmaz herhalde.

  • Janet Davidson Rowley’in buluşu kansere yeni kavrayışı şekillendirdi ve sonuçta hayat kurtaran yeni türde bir ilacın bulunmasını yol açtı.[1]Rowley’in çalışması kan hücrelerini alıp DNA’nın radyoaktif öncüllerinin varlığında onları çoğaltmayı ve sonra radyoaktif olarak işaretlenmiş kromozomları duyarlı bir film üzerinde görüntülemeyi kapsıyordu. Bu yöntem kromozomların sayısını doğru biçimde belirlemeye ve büyük çaplı anormallikleri saptamaya olanak sağlıyordu fakat farklı kromozomları birbirinden ayıran ayrıntıları fark etmek zordu.[2] Daha sonradan kanser araştırma hastanesinde göreve başlayan Rowley, floresan boya kullanarak ayrımları daha iyi görmeye başladı. Translokasyon üzerinde çalışmış Rowley, kanser hakkında büyük bir adım attı. Kromozomlar ve genetik hastalıkların kalıtımı olgusundan daha önceden çok katılmamış olmasına rağmen kendini bu alanda geliştirdi ve Howard Florey’in yanında bir yıl geçirdi. Asıl mesleği doktorluk olan Rowley araştırma alanına daha etkin olması gerektiğini düşünerek bu alanda ilerledi. Siz, Tıp alanında doktorluk yapan insanların araştırma yönüne kaymalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çağatay Tarhan: Tıp alanında olup temel bilimlere devasa katkılar yapmış sayısız insan var. Hastalık mekanizmalarının ve onların moleküler temellerinin ortaya konması önümüzde bir soru olarak duruyor. Buna ancak şu alandaki kişiler yanıt verebilir diye keskin sınırlar yok. Hele ki son yıllarda pek çok bilim dalının iyiden iyiye iç içe geçtiğini görüyoruz. Klinisyen olmak büyük bir emek ve zaman gerektiriyor, bundan vakit bulup araştırma yapmak epey zor iş. Dolayısıyla belki de klinisyenlikle araştırmacılık arasında birine ağırlık verme anlamında bir tercih yapmak gerekiyor. Buradaki temel güdüleyici merak ve heyecan duymak. Böyle olduğu müddetçe tüm bilim alanlarıyla ortak işler yapılması verimli sonuçlar doğuruyor.

  • Rowley’in bu çalışması Genom projesinden önceydi ve projeyi nasıl etkiledi?

Çağatay Tarhan: Onun çalışması aslında daha çok kanserin genetik bir hastalık olduğunun ortaya konması bakımından büyük önem taşıyor ve özellikle sitogenetik alanındaki öncü bir çalışma olduğu söylenebilir. Bazı belirleyici genlerdeki mutasyonların löseminin belirli tipine yol açtığını gösteriyor. Bu da tekrarlı kromozom anomalilierinin saptanması ve yeni onkogenlerin bulunması çalışmalarını hızlandırıyor. Bir meslektaşının söylediği gibi, onun keşfi pek çok bilim insanının gözlerini genom projesinden gelecek verilere dikmesine ve projeye hararetle katılmasına yol açmıştı. Pek çok hastanın kurtarılmasına büyük katkılar sağlayan Rowley’in kendisi de hayata ovaryum kanserine yakalanarak veda ediyor.   

  • Bölüm 5: Bazı Hayvanlar Diğerlerinden Daha Eşittir konusunda George Orwell’ın Hayvan Çiftiği kitabına gönderme yapılıyor ve ekosistemde kilit-taşı teriminden bahsediliyor. Peki kilit-taşı kavramını nasıl açıklarsınız?

Çağatay Tarhan: Kilit taşı aslında Romalılar döneminden bir buluş. Köprü ve kemerlerde yapının yıkılmaması için hayati önem arz ediyor. Öyle ki o taş çekildiğinde yapı çöküyor. Ekosistemlerde de bazı türler popülasyonların ve diğer türlerin sayılarının değişmesinde daha belirleyici bir rol oynuyor. Bu türler besin zincirinin çeşitli aşamalarında olabilir. Artık ekeolojik bir terim haline gelmiş olan sözcük buna yönelik olarak kullanılıyor.     

  • Kitabın sonunda yer alan çiçek hastalığını bitirme projesi bana çok ilgi çekici geldi. Asıl nokta çiçek hastalığını önlemek için yaptıkları strateji farkıydı. Hastalanan kişileri aşılamak yerine hastalığa kapma ihtimalı kişileri koruma altına alındı daha sonradan hastalık kapanlar karantina sistemine alındı. Bu yapılan sistem sayesinde çiçek hastalığı kontrol altına alındı. Şimdiye dek ortadan kaldırılan tek insan hastalığı ünvanını aldı.[3] Son yıllarda bildiğiniz gibi dünyada ve ülkemizde aşı yaptırmama gibi bir durum var. İnsanlar aşılara karşı soğuk izlenimleri var ve bu durumun son açıklanan verilere göre olumsuz yansıdığı ortada. Siz bu konuya nasıl bakıyorsunuz?

Çağatay Tarhan: İnsanların bu izlenimi edinmesinde ciddi pay sahibi olanlar var. Aşıların içeriğine dair muhtelif spekülasyonlar üretiliyor ve bu da bir korku yaratıyor. Bu spekülasyonlar bir kez kulaktan kulağa yayıldığında o saatten sonra içeriklerin bahsedildiği gibi olmadığına dair yapılan açıklamalar çok sınırlı etkiye yol açabiliyor. İşte otizme yol açacağını korkusu yayılıyor, sonra geniş ölçekli çalışmalarda böyle bir bulguya rastlanmadığı ortaya konuyor ama bunun bir faydası olmuyor. Çünkü bir bilim kültürü yok. Onca gürültü arasında güvenilir birkaç insanı bulup onları takip etmek durumundasınız. Bu da işi kişisel çabaya indirgiyor. Oysa bu bir kamu sağlığı konusundur ve kamu kuruluşları bu hurafelerle çok daha etkin mücadele etmelidir. Fakat en çok konuşanlar konunun uzmanı olmayan kişiler. Kimi özel şirketlerin kar amaçlı olarak çeşitli manipülasyonlar yaptığı, etken maddelere ilişkin güvenilirliği tam sağlamadan piyasaya ürün sunduğu, etik dışı davranışlarda bulunduğu bir gerçek. Fakat aşı dediğimiz şey insanlığın on yıllara yayılan bilgi birikiminin bir sonucudur ve milyonlarca insanın yaşamını kurtarmıştır. Bunun ötesine geçerek aşıyı bir tür kişisel özgürlük alanı olarak tanımlamak saçmalıktır. Aşı yaptırmayanlar sadece kendilerini değil çevrelerindeki pek çok insanı tehlikeye atıyor. Fakat bir yandan aşı yaptırmayanların ya da bu akıma önderlik edenlerin bulaşıcı hastalıklardan öldüğü haberlerini de okuyoruz. Bu işin şakasının olmadığına dair daha keskin nasıl bir veri olabilir? Umarım aşı artık bir tartışma alanı olmaktan çıkar.    

Umarım röportajı beğenmişsinizdir. Kitabı okuyan biri olarak kafamda yankılanan büyük sorular bunlardı. Dr. Çağatay Tarhan’a bana zaman ayırdığı ve cevapları en ince ayrıntısına kadar yanıtladığı için çok teşekkür ederim.


[1] Sayfa 99

[2] Sayfa102

[3] Sayfa 223

Yazımın ilk bölümünü buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.